22 Ekim 2009 Perşembe

Çalışma Piyasasında Bıçaksırtı Denge - Devlet Çalışan Haklarını Ne Kadar Korumalı? (Kıdem Tazminatı Örneği)

Dün bazı gazetelerde çıkan bir habere göre ülkemizde var olan Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu adlı bir kurul ile çeşitli büyük işyeri sahipleri bir çalışma yapmış ve sonucunda kıdem tazminatlarını yarıya indirilmesi önerilmiş.

Kıdem tazminatı, bir kişinin çalıştığı işyeri tarafından işten çıkarılması halinde o kişiye ödenen bir tazminat. Eğer birini işten çıkaracaksanız çalıştığı yıl sayısı kadar maaşını o kişiye ödemek durumundasınız. Örneğin 12 yıllık çalışansınız, işten çıktığınız zamanda aylık maaşınız da 2,000 lira. Bu durumda patronunuzun sizi işten çıkarabilmesi için size 12x2 = 24 bin lira tazminat ödemeyi göze alması gerekiyor. Tabi bu Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı olmanız halinde geçerli. Halk arasındaki tabirle SSK’nız yoksa böyle bir hakkınız da yok. Eğer işyeriniz size SSK yapmıyor da kayıtdışı (kaçak) çalıştırıyorsa ne ucuza ilaç alabilir ne doktora gidebilir, ne emekli olabilir ne de kıdem tazminatı alabilirsiniz. Neyse konuyu dağıtmayayım.

Görüldüğü gibi kıdem tazminatı işçiyi özellikle de belli bir süredir çalışanları koruyan, işten çıkarmaları zorlaştıran bir düzenleme. Ekonomide yarattığı iki temel etki var.

Bunlardan ilki ülkedeki ücretleri arttırması ancak istihdamı düşürmesi. Kıdem tazminatı istihdamla orantılı olan ve işverenlerin üzerine binen bir yük olduğundan azaltılması durumunda işgücü maliyetinde bir düşüş yaşanır. Bunun yanında işçi çıkarmak kolaylaşacağından çalışanlar işlerini kaybetme korkusu ile daha düşük ücretlere razı olurlar. Böylece adam çalıştırmanın hem kesintisi hem de ücreti düştüğünden firmalar daha fazla kişi çalıştırırlar. Bu belki çalışanlarda bir refah kaybı yaratır ama en nihayetinde işsiz insan sayısını azaltacağından olumlu bir durum olarak değerlendirilebilir. Burada önemli bir nokta da oluşacak istihdam artışının kalıcı bir artış olmasıdır. Mesela ekonominin canlanmasına bağlı istihdam artışı bir gün ekonomi daralma dönemine girince tersine dönebiliyor, zira istihdamı arttıran güç ekonomide meydana gelen geçici değişmeler. Oysa kıdem tazminatının düşürülmesi gibi bir durumda bu değişim kalıcı olduğundan oluşacak istihdam artışı da kalıcı olur. Daha teknik bir deyişle yapısal (doğal) işsizlikte bir azalma meydana gelir.

İkinci etki ise ekonomide kayıtdışı istihdamın bir kısmının kayıtlı istihdama geçmesidir. Örneğin bir ülkede devlet adam atmayı imkânsızlaştırıcı düzenlemeler yapsa ya da firmalardan çalıştırdıkları işçi başına astronomik vergiler alsa ne olur? Ne olacak ülkede tek bir kişi bile kayıtlı çalışamaz, çünkü hiçbir firma kayıtlı işçi çalıştırmaz. Kayıtlı çalıştırmak hiç akıl karı değildir çünkü herkes kaçak çalışır. Bu düzenlemeler ya da kesintiler ne kadar yumuşarsa kayıtlı işçi çalıştırmak da ona göre olağanlaşır. Bu açıdan kıdem tazminatında ortaya çıkacak bir düşüş bazı firmaların kaçak çalıştırdıkları kişileri kayıtlı çalıştırmalarına yol açabilecektir.

Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da ülkedeki istihdamın genel yapısıdır. Eğer ülkede hemen herkes kayıtdışı çalışıyorsa yukarıda saydığım ilk etki oluşmaz. Çünkü kıdem tazminatı düşük de olsa yüksek de olsa kaçak çalışana sıfırdır. Bizim ülkemizde kayıtdışının çok yaygın olduğu dikkate alındığında bu kanaldan istihdama sınırlı bir etki oluşacağını söyleyebiliriz.

Sonuç olarak bu düzenlemenin olması durumunda firmaların işgücü maliyetlerinin düşmesi, kayıtdşının azalması ve istihdamın artması ekonominin geneli (makro ekonomi) açısından oldukça iyi şeylerken ücretlerin düşmesi ve iş güvencesinin azalması tek tek bizlerin açısından yani bireylerin ekonomisi (mikro ekonomi) açısından pek de sevindirici sayılmaz.

Ben şahsen;

- Eğer çalışanların gelirlerinin düşmesi çalışmayanların da işe girerek bir şeyler kazanmaya başlaması sonucunda gelir uçurumu kapanacaksa,
- Düşen maliyetler ve artan işgücü sonucunda ülkemizin üretim kapasitesi büyüyecekse, daha çok üretebileceksek,
- İş kaybetme korkusu ve işyerlerinin ortalama işçi değiştirme sayısındaki artış sonucunda çalışanların verimliliği çok düşmeyecekse (bir başka deyişle, istihdam artışı verimlilik düşüşünden fazla olacaksa)

halihazırdaki gelirimin bir miktar düşmesine razı olabilir, kıdem tazminatımın yarısından vazgeçebilirim. Ayrıca işimi kaybetme korkusu duyarsam muhtemelen işime daha sıkı sarılırım.

Acaba hangi etkiler diğerlerine daha baskın bekleyip göreceğiz. Daha da öncesinde acaba böyle bir düzenleme yapılabilecek mi? Bunu da sendikalar, işverenler ve devletin karşılıklı hamleleri belirleyecek.

MD


Söz konusu haberi aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

10 Ekim 2009 Cumartesi

İş bulamayan yeni mezunlar lütfen umudunuzu yitirmeyin - İşsizlik üzerine (2)

Bu kez ekonomi üzerine bir fikir yazısı yazmıyor tamamen yeni mezun ve henüz iş bulamamış arkadaşlara düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

Benim çoğu arkadaşım ya üniversitede okuyor, ya üniversiteyi yeni bitirmiş ve iş arıyor. Bu aralar herkes işsizlikten şikayetçi. Yeni mezun olan arkadaşlara söylemek istediğim birkaç şey var.

Arkadaşlar, gerçekten çok şanssız bir dönemde mezun oldunuz, çoğunuz iş bulamadınız. Canınız sıkıldı, moraliniz bozuldu. Zaten para kazanamıyorsunuz o bir dert, elalem sizin bir işe giremediğinizi öğrendikçe cins cins konuşmaya başladı, okulunuzu, bölümünüzü beğenmemeye başladılar. Milletin de ağzı torba değil ki büzesiniz. Size dokunuyor, siz onca yıl uğraştınız o kadar, sınavdı, yoklamaydı, ödevdi koşturdunuz durdunuz. Daha önce hiçbir işte çalışmadığınız için kendi kendinize de bir yandan acaba yanlış bölüm mü seçtim diye sorguluyorsunuz (tabi böyle düşündüğünüzü başkalarına pek çaktırmadan).

İnanın bana bunun nedeni son 1 yıldır süregelen ekonomik kriz şartları. Yanlış bölüm okumadınız, normalde iş bulurdunuz, inanın bana. Değersiz, işe yaramaz insanlar değilsiniz. Gerçekten de dün iş bulma süreci bugünkü kadar kötü değildi. Geçen yıla kadar iş piyasasında yılda 100 kişilik işe alım yapılıyordu ve her sene 25 tane süpermen mezun oluyrdu. Süpermen derken ODTÜ, Boğaziçi vs. mezunu, çok iyi İngilizce bilen, ALES’ten falan 90-100 alacak kapasitedeki, 10 parmağında 11 marifet kişileri kastediyorum. Bu süpermenlerin tamamı işe giriyordu, kalan 75 pozisyona da diğer mezunlar girme şansı yakalıyorlardı. Bu yıl 20 kişi işe alınıyor, o 20’nin de 18-19 tanesine süpermenler girdi zaten. Diğerlerine 1 ya da 2 yer kaldı. Zaman öyle ki süpermenlerden bile boşta kalan oldu. Diğerlerinde ise çok büyük çoğunluk işsiz kaldı.

Gerçekten iç karartıcı ama iyi bir haber vereyim bu hep böyle devam etmeyecek, yarın işler normale dönecek o zaman yine normalde girebileceğiniz işlere girebiliyor olacaksınız. Bu seneye ve belki bir de gelecek seneye has olan bu durumu hiçbirimizin değiştirme şansı yok, yapabileceğimiz en iyi şey bunu böyle kabullenmek ve boşu boşuna canımızı sıkmamak. Bu arada hali hazırda bir işi olanların da işlerine dört elle sarılmaları…

İş bulamayan yeni mezunlar yetişkin hayatlarına bu yıla has olmak üzere 1-0 yenik başlıyorlar. İlk tecrübelerinde başarısız olmak (yani ilk yılda her kapıdan geri çevrilmek) sanki sorun kendilerindeymiş gibi hissetmelerine yol açıyor. Kendilerini hafife alıyorlar. Bu kötü illüzyonu gerçek sanıyorlar. Yüksek ve ulaşılabilir hedeflerinden vazgeçip çok daha azına kanaat ediyorlar. İşte bu çok önemli bir sorun. İş bulamamada hata yeni mezun arkadaşlarda değil ama kendilerini küçümseyip bütün ömürlerini etkileyecek yanlış kararlar verirlerse hata korkarım onlarda.

Bir bankada müfettiş olabilecekken gişe görevlisi olmaya, maliye bakanlığında hesap uzmanı olabilecekken PTT memuru olmaya sırf bir süredir iş bulamadınız diye razı olmayın lütfen. İlk adımı yanlış atmayın. Ben bu meslekleri küçümsemiyorum ancak eğer daha fazlası olabilecekseniz onu olun, PTT memurluğu ya da gişe görevlisi pozisyonunda da boşa yer kaplamayın, onu da hak eden bir başkası olsun. Siz zaten gişede çatlarsınız, bir süre sonra iş tatminsizliği zirve yapar kendi kendinize dövünmeye başlarsınız. İyice mutsuz olursunuz. Treninizi baştan yanlış makasa sokmayın, çünkü eğer öyle yaparsanız eski yerinize dönüp doğru makasa geçebilmeniz için bile 100’lerce km gidip gelmeniz gerekebilir. İş hayatına ilk adım çok önemli, bir kez bir işe girdiniz mi o işten çıkmak zordur, orayı bırakıp istediğiniz işe geçmek daha da zordur. Bu nedenle sırf bu yıla has olumsuz işe alım koşulları yüzünden umutsuzluğa kapılıp kalitenizin ve beklentinizi çok daha altında işlere razı olmayın. Denize düşerseniz belki yüzüp kurtulabilirsiniz ya da birileri yardıma gelir ama yılana sarılırsanız kurtuluşunuz yok! Lütfen sabredin. Sabırsız davranıp hayatınızı karartmayın.

Lütfen umudunuzu kaybetmeyin. Çünkü umudunuzu kaybederseniz hapı yutarsınız. Zaten her şeyi geçtim, umutsuzluk dediğimiz şey nedir bir düşünün Allah aşkına!
Bu umutsuzluk dediğiniz şeyin 3 adet reel etkisi vardır:

- İnsanın azmini kırar, böylece işe girememe süresini uzatır ve daha kötü işe razı olma eşiğini düşürür.
- Umutsuzluğun verdiği elem, ızdırap insanın sabrını azaltır, hiç girmemesi gereken işlere girmesine yol açabilir.
- Umutsuzluk hissini duymak ve kendini bu hisse teslim etmek insan için her şeyi kolaylaştırır (mücadeleden vazgeçirdiği için), bu da insanın bir yerde kafasını rahatlatır.

Yani 2 kötü 1 iyi etkisi var. Şöyle bir baktığımızda kötülerin etkisinin yanında iyi olan çok hafif kalıyor. Burada yeni mezun arkadaşlarım kendi kendilerine yapacakları telkinle, sabretmeyle ve dayanıklı olmayla bu berbat duygudan kurtulabilir. Umutsuzluğun hiçbir şeye faydası yok kısacası. Tamamen zararlı bir his. Hiç hissetmemeye gayret edin, kendinizi bu hisse teslim etmeyin. Bu his tam bir şeytan. Uzak durun. Bir yer sizi geri mi çevirdi, 15 dakika üzülün sonra da unutun gitsin. İşinize bakın. Unutmayın UMUTSUZLUĞUN GETİRİSİ SIFIR, MALİYETİ İSE ÇOK YÜKSEK. Aklı selim hiçbir insanın böyle bir şeyle işi olmaz :)

Yapılabilecek hiç mi bir şey yok? Bu yıl işe alımlar azaldıysa bütün seneyi boş mu geçireceksiniz? Kesinlikle hayır. Bu boş vaktinizi iyi değerlendirin kendinize yatırım yapın Gidin yüksek lisans yapın, yabancı dilinizi geliştirin, eskisinden daha da azimli bir şekilde sınavlara hazırlanın, ders çalışın, becerilerinizi geliştirin. Ve bu faaliyetlerin hangisini yaparsanız yapın o şeye dört elle sarılın. Yüksek lisans yapıyorsanız derslerinizi kaçırmayın, can kulağıyla dinleyin, kapabildiğiniz kadar çok şey kapmaya çalışın ki kara bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başladığında yarışa en hazır biçimde çıkabilesiniz. Krizi fırsata çevirin. Hepinize Allah sabır ve dayanıklılık versin.

MD


Not: Bu berbat mekanizmanın işleyişini özetliyorum:

Kriz ---> Ekonomide durgunluk ---> İşsizlik artışı ve işe alımların azalması ---> İş başvurularında reddedilme oranının yükselmesi ---> Umutsuzluk (Bu noktada psikolojik faktörler devreye giriyor) ---> Özellikle iş piyasasının daha önceki durumunu tecrübe etmemiş olan yeni mezunlarda işlerin sanki hep böyle olduğu yanılgısının oluşması ---> Kendine düşük değer biçme ---> Daha kötü işlere razı olma ---> Yanlış bir işe girmek ve ömür boyu mutsuzluk

Yani iş piyasasında kısa vadeli olumsuzluk sonucunda insanların hayatlarında uzun vadeli (sürekli) olumsuzluklar meydana gelebilmekte...

Ne lanet şeysin sen işsizlik! - İşsizlik üzerine (1)

Zaman kötü, işsizlik aldı başını gidiyor. İşsizlik oranı en son %13.2 olarak kamuya açıklandı. Tabi bu orana aldanmamak gerekir çünkü bu sadece bir işte çalışan ya da çalışmadığı halde iş arayanlar içinde iş arayan kısmın oranı. Yani bu orana çalışabilecek yaşta ve nitelikte olup iş aramayanlar (istemedikleri ya da umutları kırıldığından dolayı olabilir) dâhil değil. Beli bir yaşın altı ve üstünde olanlarla öğrenciler, tutuklular, askerler vs. zaten dâhil değil.

Ekonomik durgunluk sürdükçe ve işsizlik yüksek devam ettikçe bazı insanların umutları kırılıyor ve iş aramayı bırakıyorlar. Bu kişiler artık iş aramadıklarından işsizlik oranı hesabına katılmıyorlar tabi. Bir de İş-kur’un bu aralar işsizleri çeşitli meslek kurslarına alıp bu kişilere çok cüz bir de ücret ödeyip sigortalarını yatırma uygulaması var. Bu kişiler çalışıyor görünüyorlar resmi istatistiklerde. Yani işsizlik oranı %13.2 dendiğinde aslında çalışmayan kişi oranı çok daha fazla. Bu çok kötü bir şey...

İşsizliğin en bariz sonucu insanların para kazanamaması, insan gibi yaşayacak, ihtiyaçlarını karşılayacak geliri elde edememesi. Ama sonuçlar maalesef bunla sınırlı değil. İşsiz kalan kişiler moralmen çökerler. Kendilerine güvenlerini kaybederler. Hatta utanırlar, eş, dost, arkadaş çevrelerinde bunun duyulmasını istemezler. Arkadaşlarıyla bu dönemde olabildiğince az görüşmek isterler. Tadları kaçar.

Bunun toplum genelinde arttığını düşünsenize bir de. İşsizlik artışıyla birlikte umudunu kaybeden insanların sayısı artar, yanlış yollara sapan, suç işleyen insanların sayısı artar. İntiharlar artar. Fahişelik artar. Anarşi oluşur. Sigara kullanımı, alkol kullanımı artar. Hatta işsizlik durumu uzadıkça toplumsal çözülmeler başlar. İnsanlar birbirlerine düşer, kimileri market yağmalamaya başlar kimileri dükkân soymaya. Ülke genelinde insanlar daha sinirli daha sabırsız, daha kavgacı hale gelir. Gerçekten bu toplumsal etkiler çok ürkütücü…

Bu arada işlerini kaybetmeyenler için de işlerin pek iyi gitmeyeceğini söyleyeyim, çünkü iş için dışarıda bekleyen onca insan varken kişiler artık daha az paraya daha fazla çalışmak zorunda kalırlar. Beğenmeyene anında kapı gösterilir.

Tabii böyle işini yapmakta olan kişilerin işlerini kaybetmesi ülke genelinde yapılan toplam işi (üretimi) azaltır. Çalışanların tedirgin olması ve aynı pozisyonda çalışan kişilerin daha hızlı değişmesi vs. de verimliliği düşürür. Sonuç ülkenin milli gelirinin düşmesi, üretim kapasitesinin de eksik kullanılmasıdır.

MD

1 Ekim 2009 Perşembe

11 Eylül 2009 Cuma

Sonuç ne, oynayalım mı şimdi? - Borsa üzerine (7)

Borsa üzerine yazdığım bu son yazımda Türkiye’deki şu anki durumla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.

Bir krizden çıktık, hatta daha çıkmadık ama son demlerini yaşıyoruz.. İMKB’den geçen yıl çıkan yabancılar yeniden Türk borsasına gelip hisse senetleri aldılar ve tekrar çoğunluğu ele geçirdiler. Hem para politikası hem de maliye politikasını sonuna kadar kullandık, faizleri %10’un altına düşürdük, devlet bütçesinde geçen senenin 6 katından fazla açık verdik.

Krizden dolayı yavaşlayan ekonomik aktivitenin sonucunda enflasyon bir hayli düştü ve bu da Merkez Bankası’na faiz oranlarını düşürebilmek için yeterince alan bıraktı. Merkez Bankası da zaten enflasyonda yükselme eğilimi yok diye dikkatini durgunlukla mücadeleye verdi ve pompaladı parayı, indirdikçe indirdi faizleri. Gerçi bu ekonomideki durgunluğa çok da çare olmadı parasal aktarım kanalları zayıfladığından ama yine de borsaya yeterince itici güç oldu bu faiz indirimleri. Borsamız dibe çöktükten sonra baya bi süredir yükselişte, 2 yıl önceki seviyeleri yakaladı neredeyse. Peki bundan sonra ne olur?

Ekonomik krizden çıktığımız şu günlerde ekonomik faaliyetlerin yeniden canlanmaya başladığını görüyoruz. Buna ayrıca Merkez Bankası politika faiz oranlarındaki indirimlere yavaş yavaş bankaların da kredi faiz oranlarını indirerek tepki vermeleri de eşlik ettiğinde inceden enflasyonist sürecin yeniden başlayacağını düşünüyorum. Bu nedenle Merkez Bankası da enflasynla mücadele için yeniden faizleri arttırmaya başlayabilir. Malumunuz son aylarda maliye politikasını da dibine kadar kullandık ve bütçe açığımızı bir hayli büyüttük. Bütçe açıklarının artmasının sonucu da devletin borçlanma ihtiyacının artması olacaktır. Hazine daha fazla borç talep ettikçe tahvil ve bono faizleri gelecekte yükselecektir. Bu da zaten Merkez Bankası’nın faiz artırımlarını destekleyen bir başka olgu olacaktır.

Bu iki şey bile gelecekte faizlerin yükseleceğinin çok bariz bir göstergesi ki bir de şu an ihraç edilen tahvil ve bonoların faiz oranlarına bakarsak da bu düşüncemizi teyit edebiliriz. Nasıl mı?
Eğer şu an borsada alınıp satılan devlet tahvili ve bonolarının listesini alır ve bunların vadelerine kalan gün sayılarıyla vadelerinde satılmaları halinde elde edilecek getiri oranlarını karşılaştırırsanız (tüm bu tahviller TC Hazinesi tarafından çıkarıldıklarından kaliteleri arasında fark yoktur yani eş değer ürünlerdir, karşılaştırılmaları uygundur) vade uzadıkça getiri oranının da arttığını görürsünüz. Bu şu an için Türkiye’de uzun vadeli faiz oranları kısa vadeli faiz oranlarından yüksek olduğu anlamına gelir. Bu da gelecekte kısa vadeli faiz oranlarının şu anki kısa vadeli faiz oranlarından daha yüksek olmasının beklendiği anlamına gelir (bkz. pozitif yönlü getiri eğrisi****). Yani kısacası benim beklediğim şeyi piyasalar da aynen bekliyor.

Faiz oranları yükseldikçe hisse senedi fiyatlarının da düşmesi kaçınılmaz olacak.
Zaten fiyatların belli bir denge etrafında dalgalandığını da dikkate alırsak şu anda borsanın olması gereken denge seviyesinden yüksek olduğu ve sıra dışı bir şey olmazsa yükselmesinin çok da fazla devam etmemesi gerektiği anlaşılabilir*****. Çünkü, bir ekonomik krizden çıktık, bu kriz boyunca firmalar çok kan kaybetti ve mali yapıları zayıfladı, böylelikle de borsadaki olması gereken gerçek değer geriledi. Buna rağmen özellikle para politikalarının etkisiyle borsa 20,000’lerden tekrar yukarı tırmanarak kriz öncesi seviyelere geldi. Demek ki bu artış gereğinden fazla.

Bu arada borsanın aylardır yükselişte olması çok insanın dikkatini çekti ve bilen bilmeyen herkes bugünlerde borsaya girmeye başladı. Dikkatinize…

Sözün özü, borsa yükseliyor diye hep yükselecek sanmayın, düşüşünün eli kulağındadır her an başlayabilir, bir de gözünüzü seveyim büyük rakiplerinizden 5-0 geride başlayacağınız maça çıkmadan önce bir daha düşünün.

Borsayı öğrenmek isteyen ya da borsada yatırım yapmak isteyen arkadaşlara naçizane düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

MD


**** Getiri eğrisi (yield curve) konusunda bir yazı yazmayı düşünüyorum ilerde.
***** Ben artık yükselmemesi gerek desem de ekonomide malesef olması gereken şeylerin olmamasını sağlayan pek çok müdahale ve dengesizlikler söz konusu olabiliyor. Bu nedenle eğer bu dediğim şey olmazsa emin olun ki normalin dışında ekstra bir şey gerçekleşmiştir.

Para kazanmak öyle kolay mı? Siz çakalsanız daha çakalları da var.. - Borsa üzerine (6)

Şu ana kadar yeterince borsayı tanıttım. Ama işin, bilmenizi istediğim başka bir yönü var.

Yazımın önceki bölümlerinde gördük ki hisse senetlerinin değeri hem arz ve talebe, hem de ekonominin performansı ile beklentilere bağlı. Bu yapısından dolayı bazı zamanlar hisse senetleri hızla yükselebiliyor, hızla düşebiliyor, bazen hafif bazen de çok güçlü biçimde dalgalanabiliyor.

İşte bu şartlar altında borsada alım satım yaparak kar etmek için sürekli piyasayı izlemek, analiz etmek, tüm haberleri ve bilgileri değerlendirmek, firmaları ve sektörleri yakından takip etmek gerek. Diğer türlü maça 1-0 hatta 5-0 yenik başlıyorsunuz. Bunu yapabilmek için çok zeki ve becerikli olmanızın yanında işi gücü her şeyi bırakıp borsayla uğraşıyor olmanız gerekli diye düşünüyorum. Oysa bir de rakiplerinize bakın, yatırım şirketleri, portföy yönetim şirketleri, aracı kurumlar, bankalar, yatırım fonları vs. bir yanda, çok büyük yatırımcılar diğer yanda.

Finansal şirketler zaten temel amacı bu işi yapmak olan şirketler ve bunların çok sayıda profesyonel uzmandan oluşan birer yatırım ekibi, piyasaları izleyen sistemleri, yazılımları, modelleri var. Büyük yatırımcılar da keza öyle, sırf bu iş için çalışan bir yığın uzmanları var ve her biri ayrı bir şeyi takip ediyor, sabah akşam borsanın nabzını tutuyor. Ortadaki haksız rekabete bakar mısınız? Adamlar fezaya gidiyor, sizse ateş olsanız cürmünüz kadar yer yakarsınız. Bu aklınızda olsun. Siz çakalsanız sizden çok daha çakalları var yani :D Diyeceksiniz ki ben de tutup bir portföy yöneticisine emanet ederim paramı, o değerlendirir. Ona bir şey diyemem. Zaten yatırım fonu falan satın aldığınızda fiilen bunu yapmış oluyorsunuz. Ama tabi o fonu yönetenlere güveneceksiniz, onlar da sanki kendi paralarıymış gibi çaba gösterecekler. Bir de burada yönetim komisyonu ya da yatırım danışmanlığı ücreti ödüyorsunuz bunu da unutmayın.

Küçükseniz, bunlara rağmen yine de kendi başınıza yatırım yapmaya niyetliyseniz en azından ordan buradan gelen tüyolara fazla aldırış etmeyin, çok risk almayın, borsa yükseliyor diye hadi biz de girelim birazcık biz de sebeplenelim yanılgısına kapılmayın bari. Çünkü o tüyoların çoğu hatalıdır, yarısı yalandır hatta amaçlıdır (bkz. Manpülasyon).

Ayrıca borsadaki dalgalanmalarda hiç değişmeyen bir film vardır, borsa düşük seviyelerdeyken akıllı yatırımcılar (işi bu olan finansal kurumlar ve büyük yatırımcılar) hisse senetlerini alırlar, sonra borsa yükselmeye başlar. Borsa yükselirken bu durum küçük enayilerin de dikkatini çeker. Borsa yeterince bi süre yükseldikten sonra enayiler aynen şu mantıkla borsaya girip hisse senedi almaya başlarlar:

“Borsa ne zamandır yükseliyor son bilmem kaç gündür/haftadır/aydır sürekli arttı, kendini ispat etti, artık sittin sene yükselir durur.”

Artık enayiler borsaya girmeye başlayınca büyükler için hisse senetlerini satıp kar etme vakti gelmiştir. Borsa zaten yeterince yükselmiştir ve satış sonucunda bir hayli yüksek karlar edeceklerdir. Ayrıca bunlar akıllıdır, bilirler ki borsa öyle sonsuza dek artmaya devam etmeyecek, bir gün elbet tekrar aşağıya gitmeye başlayacak. Bu nedenle de açgözlülüğün, ya daha da artarsa düşüncesinin zararlı olduğunu, uygun zamanda durmanın en iyisi olduğunu. Nitekim bunlar büyükçe miktarlarda hisseyi satınca yükseliş yavaşlar hatta duraklar. O sırada küçüklerden uyanan uyandı, uyanamayana geçmiş olsun. Ama ben söyleyeyim, az önce dediğim açgözlülük nedeniyle küçüklerden hemen hemen kimse hisse senetlerini satmaz. Adamların kendilerine önceden koydukları satış seviyesi hedefi, bir duraklama noktası yok ki. Böyle olunca da açgözlülükten sonsuza kadar borsa yarın ya yükselirse diye diye karlarını arttırmaya çalışırlar. Bir gün işler iyice tersine gidince de paniğe kapılırlar, borsa dibe vururken hisselerini zararına satarlar. Bu düşük seviyelerden zaten tekrar büyükler alımlara başlarlar. Ve aynı film tekrar baştan oynar durur.

İşte insanoğlunun doyumsuz doğası bu işin böyle sürüp gitmesini garanti eder. Küçükler para kaybedecek ki büyükler kazansın. Yani borsanın altında yatan yapı bu.

1920’lerde o zamanların büyük para babası, yatırım devi Bay Rockefeller’la ilgili bir hikaye duydum. Bir gün New York’ta Wall Street’te ayakkabısını boyatıyormuş. Boyacı çocuk adama sormuş, “Bay Rockefeller, işte şu firmanın iyi olduğunu duydum, bu hisse artacakmış, işte faizler bilmemne olacakmış, devlet bu şirkete el koyacakmış, şu şirket, bu şirket… siz ne düşünüyorsunuz hangi hisse senetlerine yatırım yapmak gerekir.” Rockefeller’ın, daha sonra ofisine gider gitmez ilk yaptığı şey borsada neyi var neyi yoksa hepsini paraya çevirmek olmuş. Zaten kısa süre sonra da güm.! ABD’deki büyük borsa çöküşü. Daha sonra o döneme ilişkin anılarını anlatırken “En sıradan halk bile artık bu borsaya girdiyse, işin b.ku çıkmış demektir.” şeklinde durumu özetlemiş. Kendisine katılmamak elde değil.

Yatırım yaparken durma noktalarınız olacak. %3 kazandığım anda yarısını satacağım, %5 kazandığım anda bir çeyreğini daha satacağım vs. aynı şekilde %1 kaybettiğim anda beşte birini satacağım, %5 kaybedersem yarısını daha satacağım gibi. Kuralalrınız olacak. Yoksa açgözlülüğünüz sizi yer bitirir.

MD

Ekonomide olup bitenlerden banane.. - Borsa üzerine (5)

Şu ana kadar borsa ve hisse senetlerinin temellerini tanıtmaya çalıştım. Şimdi biraz da ekonomi politikalarının borsaya etkilerinden bahsetmek istiyorum çünkü ekonomiye yapılan müdahaleler borsayı ve hisse senedi fiyatlarını doğrudan etkiler.

Örneğin Merkez Bankasının faiz oranlarında indirime gitmesi durumunda gerek kredilerin ucuzlaması, gerekse de halkta meydana gelecek iyimser beklentiler nedeniyle ülkede tüketimin ve yatırımların artması, böylece de milli gelirin artması beklenir. Ekonomik faaliyette ortaya çıkacak bu canlanmanın firmaların karlarını arttırması çok muhtemeldir. Böylelikle hisse senetlerinin gelecekte daha fazla kar dağıtımı söz konusu olur. Ayrıca faiz oranlarında meydana gelen azalmanın gelecekteki kar dağıtımlarının bugünkü değerinin daha da büyümesini sağlayacağı da dikkate alınırsa borsada topluca bir değer artışı meydana gelecektir.

Faiz artırımının da etkisi benzer mekanizmayla borsayı düşürücü olacaktır. Yalnız burada bir şeyi belirtmem gerekiyor. Merkez Bankası faizleri gereğinden fazla indirirse, bu ters tepebilir. Çünkü bu kez,

- Para politikasının inandırıcılığı kaybolacağından parasal aktarım kanalları çalışmaz (sonuç=ekonomik faaliyetler canlanmaz, gelecekteki karlar yükselmez)

- Gelecekte faizlerin aynı şekilde artacağı beklentisi piyasaya hakim olacağından gelecekteki karların bugünkü değeri yükselmez.

Bu durum dikkate alındığında para politikasının ancak faiz indirmek için yeterli boş alan varsa borsa üzerinde beklenen etkileri yaratacağı sonucuna ulaşabiliriz. Eğer Merkez Bankası faizleri gereğinden fazla düşürmüş ve piyasayı paraya boğmuşsa bunun ekonomiye ve borsaya etkileri büyük ihtimalle olumsuz olur.

İkinci olarak maliye politikasının borsaya etkisine bakalım. Örneğin devlet, memur maaşlarını arttırarak, daha fazla ihaleler açarak, firmalara yatırım teşvikleri vererek, alt yapı projeleri yaparak, vergi oranlarında indirimler yaparak kişi ve kurumların harcayabilecekleri geliri arttırırsa gerçekten de ekonomideki toplam harcamalar artar, ekonomik faaliyetler canlanır ve böylelikle milli gelirde bir artış meydana gelir. Bu açıdan harcama arttırıcı maliye politikalarının firmaların gelecekteki beklenen karlarını arttırdığı sonucuna ulaşırız. Ancak bu kez para politikasının aksine faiz oranları düşmez. Bunun birkaç farklı nedeni olabilir. Örneğin;

- Kamunun harcamalarını arttırması ya da vergi gelirlerini azaltmasıyla gerçekleştirdiği bu politika sonucunda devlet bütçesinde büyük açıklar oluşur. Böylece devletin borçlanma ihtiyacı artar. Borç verilebilecek paraların miktarı sabitken bu fonlara talebin artması sonucunda fonların fiyatı (yani borçlanmanın faiz oranı) yükselir.

- Harcamaların artması sonucunda ekonomideki tüm kişi ve firmalar daha fazla para kullanırlar. Ekonomideki para miktarı sabitken ihtiyaç duyulan para miktarı arttıkça paranın fiyatı (yani faiz oranı) yükselir.

Ekonomik faaliyetler canlanırken faiz oranlarının da düşmesi maliye politikasının borsaya birbirine ters olan iki ayrı etki yapması anlamına geliyor. Bu durumda bu iki etkiden hangisi diğerine baskın gelirse borsa ona göre etkilenir. Ekonomik faaliyetlerdeki canlanma çok yüksekken, faizlerde kaydadeğer bir artış olmadıysa hisse senetleri değer kazanır. Faiz oranlarındaki artış daha baskınsa da borsa değer kaybeder.

Müneccim miyiz abi, nerden bilelim hangisi daha baskın diyorsanız bir iki tüyo verebilirim. Eğer maliye politikası uygulanacağı sırada ekonomide milli gelir potansiyel düzeyinden bir hayli düşükse (ekonomi durgunsa), çok fazla atıl kaynak varsa, işsizlik normalden (doğal düzeyinden) yüksekse*** para miktarı ile faiz oranı arasındaki bağlantı kopar. Böylece az önce saydığım etkiler gerçekleşmez, faiz oranı mali politika sonucunda artmaz. Tabi bu durumda canlanmanın etkisi faizin etkisinin üzerinde olacağından borsa olumlu etkilenir. Aksine ekonominin zaten canlı olduğu, pek atıl kaynağın olmadığı bir durumda maliye politikasının sonucu milli gelir artışından ziyade esas olarak faiz oranı artışıdır. Bu halde de borsa maliye politikasından olumsuz etkilenir..

Bunları niye anlattığıma gelince, devletin tüm ekonomiyi etkileyen faiz, vergi, kamu harcaması vs. konularında aldığı ve uyguladığı tüm kararlar ekonomiyi bir bütün olarak etkiler ve eğer borsaya para koyacaksınız bu uygulamaların neye yol açacağını bilmenizde büyük yarar var.

MD


*** Özetle LM eğrisi yatıksa, yani ekonomide Keynesyen koşullar hakimse

Bu borsa niye habire yükseliyor, düşüyor? Hisse senetlerinin değerinin kaynağı ne? - Borsa üzerine (4)

Bu blogda geçmişte yazdığım yazılarda da belirttiğim gibi fiyatı ya da değeri piyasada belirlenen her şeyin bir gerçek fiyatı vardır bir de o an geçerli olan fiyatı vardır.

O şeyi almak ya da satmak isterseniz bu işlemi o anki fiyatından yapmak durumundasınız. Hisse senedi fiyatları da böyledir. Bir firmanın hak ettiği, gerçekçi fiyatı vardır ancak piyasada işlem gören fiyatı bu değerin altında ya da üstünde olabilir. Burada anahtar nokta anlık fiyatın gerçek fiyat etrafında dalgalanma göstermesidir. Çünkü fiyat uzun vadede gerçek fiyata yaklaşır. Buna göre eğer bir şekilde hisse senedinin gerçek değerini belirleyebilirseniz şu anki fiyatı onla karşılaştırabilirsiniz. Fiyat gerçek değerden düşükse hisse senedini almak daha mantıklıdır, çünkü bu fiyatın zaman içinde gerçek değerine doğru yükselmesini bekleriz. Aksine fiyat gerçek değerin üzerindeyse hisseyi almamanızı hatta elinizde varsa satmanızı tavsiye ederim…

Peki bu gerçek değer dediğimiz şey nasıl belirlenir? Gerçekten zor. Çünkü bu değer asla bilinemeyen ve gözlenemeyen bir şeydir aslında. Biz ancak tahmin ederiz bunu. Hemen tüm finansal varlıkların ve alım satıma konu olan şeylerin değerlemesi üzerine tonla araştırma ve çalışma yapılmıştır. Ama olay nesnel bir şey olmadığından her biri diğerinden farklıdır. Mesela hisse senetleri, firmaların mali verileri incelenerek değerlenebilir. Bu değerlemeye firmanın yönetimi, içinde bulunduğu sektör, ekonominin genel durumuna ilişkin bilgiler de katılarak değerleme daha hassas hale getirilebilir. Ama bu işlemin teknik detaylarına giremeyeceğim. Çünkü bu başlı başına bir çalışma alanı ve uzmanlık gerektiren bir konu. Ben burada sadece hisse senetlerinin gerçek fiyatıyla ilgili genel kabul görmüş bir teoriden bahsedeceğim.

Gordon Modeli adı verilen yaklaşıma göre bir hisse senedinin değeri, en basit şekliyle bu hisse senedinin gelecekte sağlayacağı kar payı gelirlerinin bugünkü değerine eşittir. Bu da en kestirmeden şu anlama geliyor, gelecekte ekonomide, firmada ve sektörde olumlu gelişmeler olacağını düşünüyorsak gelecekte firmanın bolca kar edip kar payı dağıtacağını bekleriz. Bu da hisse senedinin gerçek değerinin artması anlamına geliyor. Ama bu yaklaşımda fiyatı etkileyen bir başka önemli faktör de faiz oranlarının gelecekte ne yönde değişeceği. Eğer faiz oranları (örneğin) yükselirse gelecekte elde edeceğimiz bir paranın bugünkü değeri düşer, bu durumda faiz oranlarında meydana gelecek bir değişme hisse senedinin gerçek değerini ters yönde etkiler. Bu nedenle şu anki faiz oranlarını ve bu faizlerin gelecekte ne yönde değişebileceğini de dikkate almakta fayda var. Örneğin faiz oranlarının gelecekte yükseleceğini bekliyorsanız borsada da düşüş olmasını bekliyorsunuz demektir. Bunu dikkate alın.

Ekonomik faaliyetler ve faiz oranları büyük ölçüde ekonomi politikalarından etkilendikleri için sıradaki yazımda bu konudan bahsedeceğim.

MD

Borsada oynayacam da ne kazanacam hacı? - Borsa üzerine (3)

Bir hisse senediniz varsa bundan birkaç farklı çeşit gelir elde edebilirsiniz;

- Hisse senedinin sattığınız zamanki fiyatı aldığınız fiyattan yüksekse değer artış kazancı ya da sermaye kazancı elde etmiş olursunuz,

- Şirketler her sene yıllık net karlarından (kar ederlerse) bir miktarını hissedarlarına dağıtır. Bir firmanın hisse senetlerinin %1’i size ait diyelim, firma 500,000 TL net kar elde etti ve bunun %30’unu (150,000 TL) dağıtmaya karar verdi, sizin payınıza düşen %1x150,000 TL=1,500 TL, afiyet olsun.

- Hisse senetlerine sahip olduğunuz firma (mesela tüm hisselerin %1’ine sahipsiniz) sermayesini mesela 200,000 TL arttırmaya karar verdi diyelim. Bunun için de yeni hisse senetleri çıkaracak. Her bir hisse senedinin üzerinde 1 TL yazıyor ama borsada bu hisse senedi 7 liradan işlem görüyorsa, sizin var olan payınızdan dolayı yeni çıkan hisse senetlerinin de %1’ini alma hakkınız var. 200,000 TL’nin %1’i 2,000 TL. Yani eğer 2,000 TL öderseniz 1 hisse senedinin üzerinde 1 TL yazdığına göre 2,000 tane yeni hisse senedi alabilirsiniz. Tabi bu senetleri de hemen gidip borsada tanesi 7 liradan satıp 14,000 lirayı cebe atabilirsiniz. 12,000 lira net karınız. Afiyet olsun.

Bu gelirlerden özellikle değer artış kazancı ve kar payı kazancı daha standart gelirler iken en son anlattığım olay (rüçhan hakkı deniyor) biraz daha az rastlanan gelirler.

Eğer hisse senedi alırsanız ara sıra kar payı geliri elde edersiniz, belki arada rüçhan hakkından yararlanır ve oradan da para kazanırsınız, ama bunların hepsinde önce hisse senetlerini istediğiniz gibi istediğiniz zaman alıp satarak değer artış kazancı elde edersiniz. Burası önemli, çünkü genelde borsaya para yatıran kişiler en temelde 2 farklı yöntemi izleyerek para kazanmaya çalışıyor.

Bu yöntemlerin ilki bir ya da birkaç hisseyi satın alıp elde tutmak. Elde tutulan dönem içerisinde kar payından falan arada gelir elde etmek ve günün birinde hisse senedini satmak. Bu yöntemde borsayı ya da ekonomiyi, sektörleri ve firmaları sürekli izlemek zorunda değilsiniz. Hatta alın hisse senedini, alış fiyatınızı bir yere not edin ve sonra hisse senedini unutun gitsin. Fazla birikiminizi bankada ya da başka bir yatırım aracından tutmak yerine borsada tutun gitsin yani.
Aradan aylar hatta yıllar geçtikten sonra ihtiyacınız olduğunda ya da borsa çok uygun bir şekilde inanılmaz yükseldiğinde hisseleri satın ve aradaki değer artış kazancı sizin getiriniz olsun.

İkinci yöntem ise alım satım (yani trade). Alım satım yapanların olayı şu; Sürekli ekonomyi, dış dünyayı, politikayı, gündemi, faiz oranlarını, petrol fiyatlarını, döviz kurlarını ve bunun yanında sektörleri, firmaları takip ederek borsa yükselecek mi düşecek mi ya da hangi firmanın hisse senetlerini alayım hangisininkileri satayım bunları tahmin etmek. Sonra da buna göre sürekli alım satım yaparak kar etmek. Dışarıdan bakıldığında ilkine göre çok daha aktif ve kazançlı bir yöntem gibi görünüyor değil mi. Zaten bizim insanımızın “borsada oynamaktan” anladığı şey de bu. Risk almayı seviyorsanız, tüyolarınız sağlamsa, hisleriniz kuvvetliyse, bilginiz iyiyse ve en önemlisi de şanslıysanız bu şekilde işlemler yaparak çok kısa sürede 3-5bin lirayla başlayıp milyoner olabilirsiniz.

Ama bu o kadar kolay değil. Düşünün bir, tek başınıza takip edeceğiniz bir yığın sektör, bir yığın firma, bir yığın ekonomik gösterge var. Ayrıca ülkemizde ve dünyada gerçekleşen olaylara ilişkin haberleri takip edeceksiniz. Öyle iyi bir analizci olacaksınız ki bu bilgilerin her birini çok iyi yorumlayacaksınız. Ayrıca bir de hisleriniz çok kuvvetli olacak.

Nerde Allah aşkına böyle yatırımcılar? Beş on kişi vardır belki. Zaten onlar da birkaç yılda milyonlarca dolar kazanıp sonra o adrenaline alışıp işi tadında bırakamıyorlar ve şak diye bir işlemde yılların birikimini batırıyorlar. Neyse onları geçtim. Bizim saftirik vatandaşımız hiçbir bilgisi olmadan onun bunun tüyosuyla para kazanmaya çalışır. Sonra da bir güzel öpülüp kalır ortada.

Gördüğünüz gibi borsada kazanmak için hisse senetlerinin değerlerini tahmin etmek, bu değerleri nelerin etkilediğini bilmek lazım. Ben de bir sonraki yazımda bunu anlatıyorum işte :)

MD

Ee nasıl oynanır bu borsada? - Borsa üzerine (2)

Paranızı borsada değerlendirmek mi istiyorsunuz?
Bunu nasıl yapacağınızı biliyor musunuz peki? Anlatalım o zaman...

Mesela borsaya 1,000 TL yatırmak istiyorsunuz,

- Ya gidip bir tane hisse senedi alacaksınız, mesela 1,000 liralık THY ya da 1,000 liralık Doğan Holding hisse senedi,

- Ya kafanıza göre birkaç tane hisse senedi alacaksınız 300 liralık THY, 250 liralık Doğan Holding, 450 liralık Bank Asya,

- Ya da bir yatırım fonuna (A tipi endeks fon en uygunu) örneğin Garanti Yatırım tarafından oluşturulan A tipi endeks fonuna 1,000 lira yatıracaksınız.

Sonra da bekleyeceksiniz fiyatların değişmesini, ama merak etmeyin bunun için en fazla birkaç saniye bekleyeceksiniz**. Çok kısa süre içinde bu hisse senetlerine ait fiyatlar değişecek ve artık 1,000 liraya her ne aldıysanız artık onun değeri 1,000 lira olmayacak. Belki 999.95 lira belki 1,001.00 lira. Daha fazla beklerseniz belki 779.62 lira belki de 1773.00 lira olacak. Yeterince uzun (yıllarca) beklediğinizde 1,000 liralık hisse senedinizin 1 milyon lira olması da muhtemel. Tabi hisse senedini aldığınız firmanın iflas etmesi ve 1,000 liranızın bir bardak suya dönüşme olasılığını da unutmayın.

Tek bir hisse senedi alırsanız o firmada olabilecek her türlü riski de üstlenmiş yani bir anlamda sermayeyi kediye yüklemiş olursunuz. Birkaç hisse senedi alırsanız bu firmalardan bir ya da birkaçında kötü performans hatta iflas olsa da diğer firmalarda da paranız olduğundan aldığınız risk sınırlanır. Olumsuz bir durumdan daha az etkilenirsiniz. Tüm yumurtaları aynı sepete koymadığınız için br sepet delinse bile diğer yumurtalarınız güvende olur. Tabi aksine firmalardan biri bomba performans gösterirken diğerleri normal performans gösterirse de kazancınız sınırlı olur.

Bir yerine birkaç hisse senedine yatırım yapmaya çeşitlendirme diyorlar. Çeşitlendirmenin daha ileri bir hali de A tipi endeks fona yatırım yapmak. A tipi endeks fon dediğimz şey, paranızla sizin yerinize bir finansal kurumun İMKB’de tüm şirketlere, en iyi 100 şirkete, en iyi 30 şirkete ya da belli bir özelliği taşıyan tüm şirketlere ait hisse senetlerini alarak bu portföyü (yani hisse senedi topluluğunu) alıp satması, yönetmesi. Zaten bu endeks fonlar nerdeyse bire bir İMKB endeksi gibi hareket ederler. Bu durumda artık yumurtalarınız iyice güvende. Ama kazancınız da o oranda düşük, bazı hisseler kazandırıp bazı hisseler kaybettirirken. .

Bu arada güvende dememe tamamen de güvenmeyin, aslında sadece bazı sepetlerin delik olması riskine karşı güvende. Yoksa sepetleri topluca devirecek bir deprem olması gibi bir riske karşı güvende değil. Tüm şirketleri toplu halde etkileyen bazı gelişmeler tüm hisse senetlerinin değerinin topluca düşmesine ya da topluca artmasına yol açabilir. Endeks fon aldığınızda belki firmadan firmaya değişen ve firmaların kendi iç yapısından kaynaklanan riskleri bertaraf etmiş oluyorsunuz ama hiçbir şekilde tüm ekonomiyi sistematik olarak etkileyen olaylardan korunmuyorsunuz. Örneğin başbakan ile genelkurmay başkanı kavga eder, eyvah politik istikrarsızlık olacak ülkede korkusuyla herkes hisse senetlerini satmaya başlarsa tüm hisse senetlerinin fiyatları topluca düşebilir. Bu nedenle borsaya yatırım yaptığınızda tüm ülkede olup biten siyasi ve ekonomik gelişmeleri de takip etmenizde fayda var.

Sıradaki yazıda biraz daha borsa kavramını tanıtmaya devam etmeyi ve bir hisse senedi aldığınızda ne tip gelirler elde edebileceğinizi anlatmaya çalışacağım.

MD


** Borsanın temel espirisi bu zaten, alımı satımı yapılan şeylerin fiyatları sürekli olarak değişir.

Nedir bu borsa Allah aşkına? - Borsa üzerine (1)

Yazılarıma çok uzun bir süre ara vermiştim. Tembelliğe çok fazla alışmıştım. Zaten belli bir süre yazmayınca artık tekrar yazması hepten zorlaşıyor. Neyse ki birdenbire bir şevk geldi oturdum bilgisayarın başına ve borsa üzerine bir yazı yazmaya karar verdim.
Neyse yazı bitti ama çok uzun olduğundan parçalara bölmeye ve sanki bir yazı dizisiymiş gibi yayınlamaya karar verdim. Yazıların bazı bölümleri ekonomi, finans, borsa gibi konularda zaten bilgisi olan arkadaşları sıkabilir zira bilgisi olmayan arkadaşların da okuyup fikir sahibi olabilmeleri ve büyük resmi her açıdan görebilmeleri için gerekli olduğunu düşündüğüm her türlü temel bilgiyi de vermeye çalıştım. Bilgisi olan arkadaşlar bu açıdan 2 ve 3. yazıyı direkt pas geçebilirler :)

Neyse biz işimize dönelim.

Borsa da son 1 yıldır iyi kazandırdı değil mi… Geçen sene sonlarında İMKB 100 endeksi 21 binlerde geziyordu. 20.11.2008 tarihinde 21,228 ile minimuma ulaşmıştı. En son bugün 44,924’ten kapandı. Aşağı yukarı 10 ayda %112 kazandırdı yani. Yıllık eşdeğeri %154 kar.

Valla sağlam kar.. Bu durum insanların borsaya merakını arttırdı. İlgilenenlere bu konuda naçizane bilgi ve düşüncelerimi aktarmak, yol göstermek istiyorum.

Borsa kavramını hiç bilmeyenler için biraz tanıtmama izin verin, bilenlerin okumasına gerek yok. Borsa (menkul kıymetler borsası) pek çok sayıda firmanın hisse senetlerinin halk tarafından alınıp satıldığı bir yer. Bir hisse senedi alınca o firmaya ortak oluyorsunuz, yönetiminde oy hakkınız oluyor, karından pay alıyorsunuz. Firmanın sahibi oluyorsunuz bir yerde*. Borsa endeksi dediğimiz şey borsada hisse senetleri alınıp satıln (işlem gören ya da kote olan da denir, hepsi aynı şey) firmaların ortalama değerinin belli bir güne göre bugün kaç olduğunu gösteren bir gösterge. Örneğin bizim borsada Ocak 1986’da tüm hisse senetlerini içeren endeksin değeri 1 kabul edilmiş, bugünkü eşdeğeri ise 45bin olmuş. Demek ki 23 senede 45bin kat artmış hisse senetlerinin ortalama değeri. Yani önemli olan endeksin değeri değil dün kaçmış da bugün kaç olmuş, aradaki değişim. Neyse, başta da dediğim gibi borsa son bir yılda sağlam performans göstermiş.

Borsa aslında bir ikinci el piyasası. İkinci el oto piyasası ya da ikinci el cep telefonu piyasası gibi borsa da bir ikinci el hisse senedi piyasası. Firmalar hisse senetlerini çıkarıp piyasaya sürüyorlar, bu (sıfır kilometre) hisse senetlerini alan yatırımcılar karşılık olarak firmalara para ödüyorlar. Bu noktadan sonra artık borsanın rolü başlıyor.

Firmadan aldığı hisse senedini satmak isteyen kişi ikinci el piyasası olan borsaya gidiyor ve ve hisse senedini satıyor. Tabi o an hisse senedinin ederi ne ise o fiyattan. Normal ikinci el piyasalara göre hisse senedi ikinci el piyasasının farkı şu, hisse senedi araba gibi telefon gibi aşınan eskidikçe değeri kybolan bir fiziki eşya değil, yine araba gibi telefon gibi biri diğerinden farklı olan arızalanan bir eşya değil. Bunun yanında hisse senedini satmak için müşteri bulmak borsa sayesinde çok kolay ve maliyetsiz. Kısacası bu gibi nedenlerle bu ikinci el piyasada fiyatlar sıfıra göre düşük değil. Sıfırdan hiçbir farkı yok. Böyle işler bir ikinci el piyasa olması sayesinde hisse senedinin sıfırına olan talep de artıyor tabi, çünkü isteyen daha sonradan hiç zorlanmadan ve değer aşınması olmadan bu malı elden çıkarabilme lüksüne sahip.

Sıradaki yazıda borsada yatırım yapmak için ne yapmanız gerektiğinden bahsedeceğim..

MD


* Tek bir hissesini aldığınız bir firmanın bile genel kuruluna giderseniz üşenmeden, o 1 paya karşılık gelen oyu kullanabilirsiniz firma karar alırken, tabi firmanın muhtemelen 100bin tane hissesi falan olduğundan altı üstü 1 oy ile ne yapabilirsiniz o ayrı mesele..

3 Ocak 2009 Cumartesi

İlk görüntüye her zaman aldanmamak gerek... J eğrisi.

Daha önce Marshall Lerner koşulundan ve ithalat/ihracat talep esnekliklerinden bahsetmiştim.

Şimdi de devalüasyon ve dış ticaret açığının kapanması ilişkisinde çok sık rastlanan bir durumdan bahsetmek istiyorum.

Kısa vadede genellikle ithalat ve ihracat talepleri pek esnek değildir. Kur değişmelerine dış ticaret yapan firmalar çok hızlı bir şekilde tepki gösteremezler. Yürülükte olan anlaşmaları bozmak, mevcut iş bağlantılarını değiştirmek, yeni bağlantılar bulmak, üretim düzeyini anında değiştirmek kolay değildir. Bu nedenle kısa vadede ne ithalat talebi ne de ihracat talebi pek esnek değildir. Kurlar ne kadar değişirse değişsin ithalat ya da ihracat miktarları pek değişmez. Bu nedenle kısa vadede bu esneklikler toplamı sıfıra yakındır ve kurların yükselmesi, dış ticaret dengesini iyice bozar.

Uzun dönemde ise yukarıda saydığım her şey değişebilir ve kur değişimlerine göre firmalar her türlü ihracat ve ithalat kararlarını değiştirip uygulamaya geçirebilirler. Bu sayede uzun dönem esneklikler toplamı daha yüksektir ve bu toplam 1'i aştığında dış ticaret dengesindeki düzelme belli bir gecikmeyle de olsa gerçekleşebilir.

Burada dış ticaret dengesi J şekline benzer yol izler, zaman içinde kısa süre daha da kötüye gider, sonra belli bir noktadan sonra düzelmeye başlar ve eski seviyesini de aşar(eğer gerekli koşullar sağlanıyorsa). Bu nedenle bu olguya J eğrisi adı verilir.

Baştaki bozulma eğer yanlış yorumlanırsa ekonomi yönetimince ciddi hatalar yapılabilir.

Burada önemli olan kısa dönemdeki bozulmayı iyi idare edebilmek ve uzun dönem esneklikler toplamının 1'i aşıp aşamayacağını kestirmektir.

Benim geçmişte okuduğum bir çalışmada Türkiye'nin kısa dönem esneklikler toplamı nerdeyse sıfır, uzun dönem esneklikler toplamı da 1'e çok yakın bulunmuştu. Bu da uzun dönemde bile kur artışının sorunumuza çare olmayacağını gösteriyordu.

Daha önce de yazdığım gibi dış ticaret açığını ve hatta üke ekonomisini geliştirmek için kur, para, faiz, vergi vb. gibi araçlar yerine gerçek anlamda uğraş vererek potansiyelimizi ortaya koymalıyız. Burada son söz olarak önceki yazımın son paragrafını aynen tekrarlamak istiyorum:

"İhracatınızı gerçek anlamda sağlam ve kalıcı olarak arttırmanın yolu elbette ki teknoloji geliştirmekten, üretiminde diğer ülkelere göre (izafi olarak) üstün olduğunuz malları üretmekten, talebi ve parasal değeri yüksek olan veya gelecek vaat eden malları üretmekten, iyi yurtdışı bağlantılar yapmaktan, marka üretmekten geçer. Önemli olan yüksek katma değerli malları üretip dış aleme satabilmektir. Bu hem toplumun (özellikle işletme sahiplerinin) iş ahlakına, ülkenin bilim düzeyine, araştırma – geliştirme faaliyetlerine verilen öneme hem de devletin özellikle maliye ve dış ticaret politikalarının ihracatı destekleyici, teşvik edici olmasına bağlıdır. Benzer şekilde ithalatı kısmanın yolu bireylerin lüks ithal malların tüketiminden azami ölçüde kaçınmasına, yükte hafif pahada ağır malların (ipod, laptop, lüks saat vb. gibi üretilmesinde çok az emek faktörüne karşılık hatırı sayılır miktarda sermaye ve inanılmaz yüksek oranda bilgi faktörü gerektiren küçük hacimli ama pahalı mallar) üretiminin yurtiçinde de gerçekleştirilebilmesine, özellikle imalat endüstrisindeki dışa bağımlılığın ortadan kaldırılmasına bağlıdır. "

MD